Sevgili Hakan, sizi tanıyabilir miyiz? Nasıl bir yol hikayeniz var?
Kayseri’de doğdum, önce Edremit’e yollanmışız sonra da Karabük’e. Karabük’te büyüdüğüm şehrin kültürünü aldığım için kendimi Karabüklü sayarım. Sırasıyla Şirinevler İlkokulu, TED Karabük Koleji, 9 Eylül İktisat Fakültesi üç yıl sonra da MSÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümünde okudum. Konservatuvar son sınıfta İBB Şehir Tiyatrolarında Sahneye çıkmaya başladım. İki yıl sonra Londra’ya gittim ve böylece Türkiye’nin ilk radyocuları arasına girmiş oldum. Bir yıl sonra ülkeye geri döndüm, bu kez de ATV’nin ilk program sunuculardan oldum. O dönemde özel sektörde birçok ilk yaşanıyordu. 94 yılında kendi tiyatromu kurdum. Aynı yıl Pera Güzel Sanatların Tiyatro Bölümü’nün kurucuları arasında yer aldım ve Bölüm Başkanlığını yaptım. O yıldan beri oyunculuk eğitimi vermeye devam ediyorum. İstanbul Güzel Sanatlar, TED İstanbul Koleji, Çevre Koleji, Müjdat Gezen Sanat Merkezi, Marmara Üniversitesi Sinema TV Bölümü gibi irili ufaklı birçok kurumda oyunculuk eğitimi ve drama dersleri verdim. Art Terapi ve Yaratıcılık Kongrelerinde Workshoplar düzenledim. Psikoloji ve yaratıcılık alanında önemli hocalarla konferans verme şansına eriştim. Bazen de eğitim çalışmalarını kurumsal şirket alanına taşıdım. Etkili İletişim, Hitabet Sanatı, Sahne Korkusu Yaratıcı Düşünme gibi başlıklarda Unilever, Garanti Bankası, AstraZeneca gibi büyük kurumların da yer aldığı şirket eğitimi çalışmalarım oldu. Aynı zamanda tiyatro çalışmalarında oyuncu ve yönetmen olarak yol aldım. Kamera önünde de reklam film dizi-film çalışmalarına eş zamanlı olarak devam ettim. Oyunculuk eğitimi ve tiyatro çalışmalarına halen kendi kurduğum yapıda Hakan Pişkin atölyelerinde devam ediyorum. İşte hepsi bu…
Lise sonrası 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden 3. sınıfta ayrılarak Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na girmişsiniz. Yaşamınızdan 3 yılı feda edip farklı bir alanı seçmek büyük özveri isteyen bir karar. Nasıl karar verdiniz?
Bu hem doğru değil hem değil şöyle oldu; ben İktisata girdiğimde YÖK yeni kurulmuştu ve iki yıl bir dersten kalırsan okuldan ilişiğini kesmek gibi akıl dışı bir kural getirdiler ve ilk bizde uyguladılar. O süreçte öğrenci temsilciliği yaptım, ciddi mücadele ettik ve sonunda YÖK’e karşı dava kazandık. Emsal gösterildi ve sayemizde ülkenin birçok yerinde öğrenciler okullarına döndüler. Ben dönmedim. Konservatuvarı kazandım ve tercihimi çocukluk aşkım tiyatrodan yana kullandım. Hep derler ya her olumsuzluğun içinde mutlaka bir olumlu yan vardır diye, bende de öyle oldu.
Birçok projede hem oyuncu hem de yönetmen olarak yer aldınız. Sanat hayatınızda kimleri örnek aldınız?
Aslında her öğrenci doğal olarak hocalarından etkilenir. Ben Zekayi Müftüoğlu, Oğuz Aral ve dünya çapında bir oyunculuk yeteneğine sahip olan Müşvik Kenter’den etkilendim. Onların disiplini azmi heyecanları hedefleri benim en önemli motivasyonumu oluşturdu. Hepsi de ebedi uykularına çekildiler topraklarına yıldızlar yağsın.
Konu etkileşim ve hocalardan açılmışken sanat hayatının ötesinde hayatımı etkileyen benliğimin oluşmasında fonksiyonu olan hocalarım var onlardan da söz etmek isterim. TED Karabük Kolejinde hem sanatla hem de araştırma kavramıyla beni tanıştıran zorlayan gelişmemi sağlayan yaşamım boyunca sıcak ilişkisini hala sunan Aysun Eskin, felsefeye psikolojiye olan merakımı keşfetmemi sağlayan okulda sivil bir alan yaratarak kendimizi bütün hissetmemize neden olan Keriman Toker, yıllar sonra konservatuvarda karşılaştığım ünlü Alman düşünür Brecht’ten öyküleri yaşamla birleştirerek bize sunan, ders verdiği kitabın yazarını sınav sorusu yaparak büyük fotoğrafı görmemize dikkat çeken, ağacın taşıma sistemindeki büyük gücü anlattıktan sonra ağaçlara saygı duyabileceğimizden bahsederek çevremize karşı duyarlılığımızın temellerini atan, disiplinin öz saygının prensiplerle gelişeceğini davranışlarıyla göstererek bize örnek olan Orhan İnce ve elbette düşünce reflekslerimizin gelişmesinde büyük önemi olan edebiyat derslerini izlediğimiz dizilerle yaşadığımız olaylarla ilişkilendirerek yaşayan bir organizmaya dönüştüren, sorgulamayı bağıntı kurmayı öğreten birey olarak değerli olduğumuzu hissettiren Sezen Eskin hocalarımı minnetle anıyorum. Sonsuzluğa uğurladığımız Sezen Hocamız Işıklarda huzurla uyusun. Diğer hocalarıma da sağlık ve afiyetle nice mutlu yıllar diliyorum.
Eskiden lise bitirme sınavlarının Edebiyat dersinin içerisinde kompozisyon soruları olurdu. Hiç unutmam Edebiyat öğretmenimiz bir sınavda “Çocuklar 2. Dünya Savaşından sonra Almanlar yakılıp yıkılan şehirlerinden önce tiyatro ve sinema salonlarını yeniden inşa etmekle işe başladılar, sizce neden?” diye sormuştu. Tiyatro neden bu kadar önemli? Günümüzde salonlar sizce neden yeterince dolmuyor?
Öncelikle o hocayı kutlamak lazım ne güzel bir soru sormuş. Oyun insanın doğasında var. Yaşamayı bebeklikten itibaren oyunla öğreniyor büyüyor ve gelişiyoruz oyun büyük bir eğlence kaynağı ve aynı zamanda bir anlatım aracı. Bir oyunla istediğiniz bir yaşam gerçeğini mercek altına alabilir, gösterebilir kitleleri motive edebilirsiniz. Savaş sonrası yenik bir halkın harekete geçmek için doğal olarak umuda morale çok ihtiyacı vardır dolayısıyla tiyatronun sinemanın kullanılmasının tam zamanıdır aslında. Neden salonlar kapanıyor derseniz; tiyatronun göstermek sorgulatmak düşündürmek gibi misyonları vardır cehaletin düşmanıdır. Bu toplum toprak ağalarının baskılarıyla dünyaya örnek bir kurum olan Eğitim Enstitülerini kapattı. Cehalet ve sanat birbirine zıt iki dinamiktir.
Kayseri’de doğmuş ve uzun yıllar Karabük’de yaşamışsınız. Karabük sizin için ne anlam ifade ediyor? Zaman zaman gelip gittiğinizi biliyoruz, kültür ve sanat alanında ne gibi bir değişim görüyorsunuz?
Karabük; geçmişim, arkadaşlığım, kardeşliğim, oyunlarım, çatışmalarım, büyüklerim, küçüklerim, anılarım, benliğimin mühendisliği. Karabük’te çok güzel bir sinema vardı yazlık ve kışlık. Biz orada sadece film seyretmezdik hem tiyatro oyunları hem konserler seyrederdik. Caz orkestraları vardı. Havuzlu bahçe vardı toplu sünnet düğünleri olur birçok sanatçı gelirdi (Seçil Heper’den aldığım imzalı fotoğrafı hâlâ saklıyorum). Şimdi bunların hiçbiri yok bu anlamda geriye gitmiş. Alt yapı olmayınca sanat eylemi de gelişemez dolayısıyla kültür de. Safranbolu’da bir iki kıpırtı var ama çok yetersiz genel olarak bölge bu açıdan çok yoksun. Halbuki büyük potansiyel var istenirse çok şey yapılabilir. Turizm duayenlerinin söylediği bir şey var ‘’sanatsız turizm olmaz’’ sanat önemli bir dinamik. Festivaller sanat organizasyonları bölgelere can suyu verir.
En çok sahnede kalan oyununuz hangisiydi?
En çok sahnede kalan oyunumuz Athol Fugart’ın ‘’Ada’’ adlı oyunuydu. Nelson Mandela’nın Yattığı Roben Adasında geçen bir oyun. İki mahpusun hapishanede tiyatro yaparak var olma çabalarını anlatıyordu. Tiyatromuzu ilk kurduğumuz yıl oynamıştık ödül almıştık üç yıl oynadık. Yıllar sonra gene oynama düşüncemiz var hayırlısı.
Biz toplum olarak, kültürde, sanatta, sporda, edebiyatta, müzikte kendi değerlerimize sahip çıkmıyoruz. Kendi değerlerine sahip çıkmayan toplumları ne gibi sonuçlar bekler?
Bireyden yola çıkalım, psikolojide net olarak ifade edilen bir kural var hedeflerine ulaşmanın yaşam ilişkisinde üretken dolayısıyla başarılı olmanın yolu değerlerinle uyumlu olmaktan geçiyor aksi taktirde bir yanıyla kendini reddediyor oluyorsunuz. Kendiyle kavgalı kendini kabul etmeyen birini çevresi de kabul
etmekte zorlanır. Toplumlar da öyle; kendi değerlerine yabancı, kendiyle kavgalı bir toplum enerjisini iç çatışmalara harcar aklını gücünü kaybeder ileri gidemez. Uluslararası alanda kabul görmez itibar kaybeder etkileşime kullanılmaya açık hale gelir. Sanata kültüre kapıları kapamak dış dünya ile ortak alanları da yitirmek anlamına gelir çünkü sanatın evrensel bir boyutu vardır. Bütün çağları toplumları aşarak insanlığı birleştiren en temel alanlardan biridir bu. Bundan vaz geçmek, yok saymak, gelişimine değer vermemek medeniyetten çekilmek anlamına gelir.
Son olarak rahmetli babanız Burhan Pişkin, bir dönem Karabük’e damga vuran, sevilen doktorlardan biriydi. Babanızdan kısaca bahseder misiniz?
Ne güzel bir soru, teşekkür ederim. Babama hayrandım bir halk adamıydı maçlarda, konken masasında, at yarışlarında, kongrelerde her yerde rastlayabilirdiniz. Dedemin vasiyetini hiç unutmadı. Yoksullardan doktorluğunu hiç esirgemedi. Parasız hastaya gidip ilaç götürmüşlüğüne çokça şahit oldum. Halden anlar insan ayırmaz her meslekten her mevkiden insana değer verirdi. Sanırım bundan ötürü çok seviliyordu tabi bir de doktorluğu iyi bir doktordu. Trabzon’dan hasta gelirdi. Babalığı da harikaydı evlatlarının yanında oldu hep. Tiyatroyu kurduğumuz yıl oyunun galasının sabahında yanıma gelip ‘’siz çok güzel bir şey yapıyorsunuz’’ diyerek cüzdanını çıkardı ikiye böldü ‘’bu yarısı bize yeter diğer yarısı da sizin tiyatroya destek dedi’’. Maddi olarak olmasa da ömrüm boyunca tiyatro hayatımın en büyük manevi destekçisi oldu. Işıklarda huzurla uyusun melekler eşlikçisi olsun… Bizleri yetiştirirken bu topluma iyilik güzellik yararlılık eken yitirdiğimiz tüm büyüklerimizi saygıyla minnetle anıyorum hepsi huzur içinde yatsınlar…