Sizi tanıyabilir miyiz, nasıl bir yol hikayeniz var? Kaç yıldır eczacılık yapıyorsunuz? Yolunuz Eflani’ye nasıl düştü?
İlk iki sorunuzu birleştirerek cevaplayayım. 1972, Ankara doğumluyum. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ve Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunuyum. 11 yıllık memuriyetten sonra 2008 yılında eczane açmaya ama büyük şehirde açmamaya karar verdim. Bir ilan üzerine ilk defa geldiğim Karabük’ün Eflani ilçesinde serbest eczanemi açtım. Yani 35 yıl doğduğum yerde yaşadıktan sonra 15 yıldır doyduğum yerde yaşıyorum. Tek evladımın eğitimini de TED Karabük Koleji’ne emanet ettim. Bu yüzden kendimi daha çok Karabük/Safranbolu/Eflani üçgenine ait hissediyorum.
Geldiğimiz noktada eczacıların büyük sorunları olduğu biliniyor. Her gün onlarca eczane kapanıyor ülkemizde. Sizce sektörün en önemli sorunu nedir? Size göre çözüm nedir?
Bu iki soruyu da birleştirelim. Türkiye, vatandaşının tüm muayene-tetkik-ilaç giderlerini karşılamaya çalışan sosyal devlet gibi görünmeye devam ettiği sürece sağlık sektörümüz, dönemeyen kocaman bir çark haline gelmekten kurtulamayacaktır. Doktor hastasını muayene eder ve gerekli gördüğü ilacı yazar. Dünya üzerinde doktora ‘ilaç yazdırma’ya giden tek vatandaş bizim vatandaşımız olabilir. Devletin nezle-grip-alerji-öksürük gibi basit akut hastalıkların tedavisini öderken yüklendiği yük, kronik dediğimiz sürekli kullanılması gereken raporlu ilaçların üretiminde veya ithalatında, kanser gibi ağır hastalıkların tedavilerinin ve hayati önem taşıyan ameliyatların ödenmesinde aksamalara sebep olmaktadır. Çözüm sağlık sistemine sil baştan getirilecek yeni kurallarla gelebilir. Ama bunun için daha 30-40 yılımız var.
Tuğba Hanım siz aynı zamanda ulusalcı da tanınan yazarlığınızda öne çıkıyor. Birçok edebiyat dergisinde yazılarınızla, romanlarınızla, kitaplarınızla öne çıkıyorsunuz. Kaç yılında yazmaya başladınız?
Yazmak işinin bir nevi kelimelerle köşe kapmaca oynamak olduğunu düşündüğüm için, cevabıma sorunuzdaki ‘ulusalcı’ kelimesiyle başlamak isterim. Öncelikle canım memleketimin, ‘milli’ denince başka ‘ulusal’ denince başka; ‘milliyetçi-ulusalcı-yurtsever’ denince başka anlaşılan tanımlamalarından sıyrılmak isterim. Elli yaş, insana az çok kimin neyi yanlış yaptığını görebilme yetisi kazandıran bir yaş sanırım. O yüzden yanlış yaptığını gördüğüm/düşündüğüm her kim olursa olsun ona muhalefet etmekten geri durmam. Zaten yazmak da bir tür muhalefet etmektir benim için. Ergen yaşlarımda, GIRGIR-HIBIR-AVNİ mizah dergilerini satın alıp okumak ve bu dergilere hikâye yazıp göndermek ‘Bu dergilerden ne anlıyorsun ki?’ diyen babama karşı bir muhalefetti mesela. Daha sonraları dünyaya bir çocuk getirmenin verdiği heyecanla hep yazmak istediğim ilk romanımı kurgulamaya başlamamdı muhalefet; ‘Senin neyine gerek yazmak, otur çocuğuna bak!’ diyenlere inat. Peşinden Türkiye’nin ilk polisiye e-dergisi Dedektif Dergi’ye Türkiye’nin ilk Ermeni kadın dedektifi ‘Dedektif Tilda ve Diğerlerinin Olağanüstü Maceraları’ isimli hikâyeleri yazmaktı. Şu anda 13 bölümdür devam eden Ozan Ilgın isimli fantastik polisiye hikayemde bir karaktere “Ağızlarında kuşla gelip ağzımla kuş tuttum deseler inanmam ben bu politikacılara!” dedirtmektir muhalefet. Şöyle bir cümlemle özetleyeyim “İlk yazım intiharımdı, sonra gerisi geldi.”
Siz artık içimizden birisiniz. Uzun yıllardır burada yaşıyorsunuz. Yıllar içinde sanat adına, edebiyat adına yapılan çalışmaları Karabük adına düşündüğümüzde yeterli mi sizce?
Karabük’te şair/yazar/okurlardan oluşan minik bir grup biz bize toplandığımız zaman sayın öğretmenim Esra Belder “Hepimiz evimizde zenginiz” demişti. Herkes evinde yazıyor, çiziyor, okuyor ama bunu paylaşabileceğimiz ortamlar olmadığı sürece kısır kalıyoruz. Ürettiği mis gibi domatesleri alıcı bulamadığı için tarlaya döken köylüler gibiyiz maalesef…
“Adı Cemre Olacak” adlı romanınızı okudum, çok da etkilendim. Kitabın derinliklerine indiğinizde sanki Yazıköy’de ya da Eflani’nin bir köyünde yaşadığınızı hissediyorsunuz. Kendinizi “bu topraklara ait” hissediyor musunuz? Çünkü “insan yaşadığı yere benzer”… der Atilla İlhan
İlk romanımı 2003 yılında Ankara’da yazmaya başladım. 2008 yılında Eflani’de eczane açtıktan sonra, Eflani halkı ve coğrafyası romanın üzerinde çok etkili oldu. Mesela Büyük Hala isimli kadın karakterimin ettiği beddualar hep yerel dilden duyduğum cümlelerdir. Batı Karadeniz’in böyle güzel bir ilçesinde değil de Ankara’da yaşamaya devam etseydim romanda ahır, ahırdaki inekler, çocukların inekleri harmana otlamaya götürmeleri, kadınların başlarına bağladıkları Eflani ‘cember’i gibi ayrıntılar olmayacaktı. Babamın doğum yeri Çankırı/Şabanözü olmasına rağmen köyde bir evimiz bir ocağımız olmadığı için aidiyet hissimiz olmadı. Doğup büyüdüğüm yer olan Ankara ise, üzerime iki numara büyük gelen ödünç bir palto gibiydi; kışın soğukta sırtımı ısıttı belki ama asla benim olmadı. Hep benden sonra o paltoyu giyecek başka birileri olduğu hissi vardı içimde. Karabük/Safranbolu/Eflani şehirleri ise, iyi günümde de kötü günümde de ipek göynek gibi sardılar beni. Aidiyet hissi bu olsa gerek.
Yeni roman çalışmalarınız var mı? Varsa ne zaman okurlarınızla buluşacak?
On beş yıldır yaşadığım bu yöreye bir saygı duruşu olarak burada geçen bir hikâye üzerinde çalışmaktayım. Safranbolu’nun Osmanlı zamanına dayanan tarihini okuyup, halkın zamana meydan okuyan konaklardaki yaşayışını araştırdıktan sonra şehrin bir masal kentine benzeyen çehresini seyrederken bir hikâye yazmamak elinizde değil zaten.
Son olarak kültür ve sanat deyince ne anlamalıyız? Kültürüne, sanatına, sanatçısına, sahip çıkmayan toplumları sizce neler bekler?
Kadınlar çeşitli amaçlarla kullanmak üzere bezler dokurlar. Dokuma işi anadan kıza geçer. Artık kullanılmayan bu dokuma bezler sandıklarda birikir ve sararır. Bu bir kültürün birikimidir. Sonra biri gelir, o dokunan bezleri sandıklardan çıkarır, boyar, keser biçer, onlardan elbiseler, gömlekler, pantolonlar diker ve onları tüm dünyanın gözü önüne sererse bu sanattır. Sanatımıza ve sanatçımıza sahip çıkmazsak, sanatsız kalan hayat damarlarımıza, günü kurtarma amaçlı yazılmış yalan yanlış şarkılar, şiirler ve politik söylemler zerk edilir. Diğer milletler bilim ve sanatı birleştirip her türlü tufan için inşa ettikleri gemilerle yeni yüz yıllara yelken açarken biz, yüzüncü yılımızda yüzümüzü güldürecek ve bizi yüzdürecek sandığımız seçim sandıklarıyla sığ sularda bile boğuluruz.
Gerçek şu ki kendi değerlerine sahip çıkmayan toplumlar tepkisiz, duyarsız, haklarını alamaz, haklarını savunamaz duruma düşerler…
Siz gönüllü eczacılar olarak deprem bölgesine gittiniz. İzlenimlerinizi anlatır mısınız?
6 Şubat 2023 depreminin 7. günü, Türk Eczacıları Birliği’nin Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesi Yörük Selim Ek Binası’nın bahçesine kurduğu konteynır eczanede gönüllü olarak görev yapmak üzere yola çıktık. Karabük ili ve ilçelerinden Kastamonu Eczacı Odası’na bağlı toplam 12 eczacı ve eczane personeli, Kahramanmaraş’a kendi imkanlarımızla intikal ettik. Odamızın bizi görevlendirdiğine dair evrakımızı bize “Kimsiniz, nereye gidiyorsunuz?” diye soracak tüm güvenlik güçlerine göstermek üzere şehre girdik. Süregelen yağma haberlerine rağmen şehrin dışında ve girişinde dahi hiçbir güvenlik görevlisine rast gelmedik. Ertesi gün konteynır eczane ve çadır depoda, yurdun dört bir yanındaki eczanelerden depolar aracılığıyla gönderilen ilaçların, tasnifi, halka ücretsiz dağıtımı ve Maraş’ın diğer bölgelerinde yine T.E.B tarafından kurulan konteynır eczanelere nakli için görev başındaydık.
Deprem ve ardından gelen sel felaketinin büyüklüğünü hepimiz biliyoruz. O yüzden şehrin genel durumunu anlatmak yerine orada tanıştığım iki meslektaşımın ismini zikretmek isterim. Bu kişiler, Şehir Hastanesi Eczanesi personeli Esra Başyiğit ve serbest eczane sahibi Canan Sevinç. Kendi yaralarını sarmak yerine hastanede yatan hastalara ve ilaç almak için gelen vatandaşlara ilaç dağıtmak için canla başla çalışan bu iki meslektaşım nezdinde, 11 ilimizin her birinde deprem ve selde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, depremden etkilenen ve yakınlarını kaybeden tüm vatandaşlarımıza sabır ve metanet dilerim.